top of page

Dokuzuncu Hariciye Koşuğu'nda Ruh ve Bedenin Mücadelesi

  • Yazarın fotoğrafı: Deniz Şibka
    Deniz Şibka
  • 5 Şub
  • 2 dakikada okunur


Peyami Safa'nın 1930'da yayımlanan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı, yazarın kendi hayatından izler taşımakla beraber hastalık, acı, fedakârlık gibi konulara odaklanır. Roman, insan ruhsallığındaki en temel çatışmalarından biri olan ödipal çatışmaları ustalıkla işler.

Roman, on beş yaşındaki isimsiz bir anlatıcının ağzından aktarılır. Anlatıcı, İstanbul’da sıradan bir mahallede yaşayan, maddi durumu iyi olmayan hasta bir gençtir. Kendisi, bir kemik hastalığından muzdariptir. Bu sebeple hayatının büyük kısmı hastanelerde geçmiştir ve sağlığı nedeniyle sürekli bir endişe ve çaresizlik içinde yaşamaktadır. Bedensel acılarının yanı sıra, çevresinden gördüğü acıma duygusu onu ruhsal olarak da yıpratır. Sürekli doktor ziyaretleri, ameliyat korkuları ve geleceğe dair belirsizlikler genç kahramanın iç dünyasında çatışmalara yol açar.

Anlatıcının aile dostları olan Paşa ailesinin kızı Nüzhet, romanın önemli bir karakteridir. Anlatıcı, Nüzhet’e karşı yoğun bir sevgi besler. Ancak Nüzhet, farklı bir sosyal sınıfa ait olduğu için bu ilişki hem toplumsal hem de duygusal engellerle karşılaşır. Nüzhet’in başka biriyle evlenme ihtimali, kahramanın içinde bulunduğu acıyı daha da derinleştirir. Paşa’nın eşi, kahraman ile Nüzhet arasına mesafe koymak için çocuğun hastalığının bulaşıcı olduğunu iddia eder. Çocuk bu konuşmayı tesadüfen duyar ve derin bir üzüntüyle köşkten ayrılmaya karar verir.

Roman boyunca kahramanın. hastalığı ilerler ve ameliyat olması gerektiği belirlenir. Çocuk ameliyat için 9. Hariciye Koğuşu’na yatırılır. Doktorların çabaları sayesinde bacağı kesilmekten kurtulur ancak biraz kısalmıştır. Kahramanın hastalığı güçsüzlük, yetersizlik ve ölüm korkusu gibi duyguları canlandırmaktadır . Sürekli hastanelerde bulunması ve ameliyat korkusu, bu kaygılarla yüzleşmesini zorunlu kılar.

Freud’a göre, ödipal dönemde erkek çocuk (yaklaşık 3-6 yaş arası), annesine karşı yoğun bir aşk beslerken, aynı zamanda bu, kendisine rakip olan babaya karşı da çatışmalı kıskançlık duygularını içerir. Anneye olan bu hisleri dolayısıyla babası tarafından cezalandırılacağına dair fanteziler taşıyan çocuk, -günlük dilde de sürekli bir hizaya getirme unsuru olarak ona sunulan- hadım edilme (kastrasyon) tehdidi ile karşı karşıya kalır. Romanda da Nüzhet’in başka biriyle evlenme ihtimali, kahramanın bilinçdışında var olan ödipal döneme ait korku ve kıskançlık hislerini açığa çıkarır. Nüzhet'in toplumsal olarak üst, erişemediği sınıfta olması yine ödipal annenin ulaşılmazlığına, kuşak farkına vurgu yapar gibidir. Ancak, bu duygular toplumsal ve ahlaki baskılar nedeniyle kabul edilemez olduğu için bilinçdışı düzeyde bir çatışma olarak yaşanır. Aynı zamanda kahramanın ayağının kesilmesi tehdidi de yine kastrasyon korkusuyla ilişkilendirilebilir. Bu tehdit fiziksel bir kayıp korkusunun yanında, otorite figürleri (örneğin doktorlar veya ebeveynler) tarafından uygulanan bir cezalandırma ve kahramanımız için güç kaybını sembolize edebilir.

Ameliyat, bir anlamda da ölüm ve yeniden doğuş arasında bir sınırdır. Kahraman bu süreçte hem hayatta kalmaya çalışma hem de hastalıklı bedeninin ona hissettirdiklerime dair boyun eğme halindedir. Romanın açık uçlu sonu, bireyin bilinçdışı çatışmalarının tamamen çözülemezliğini ve hayat boyu süren bu mücadeleyi vurgular. Kahraman, hem fiziksel acılar hem de psikolojik çatışmalarla yüzleşirken, aynı zamanda yaşam ve ölüm arasında bir denge kurmaya çalışır.

Merve Ceren Çırağ
Stajyer Psikolog

 
 
 

Comments


bottom of page