Zemin Değil, Hakikat Sarsılıyor: Deprem ve Belirsizliğin Ruhsal Yankısı
Deniz Şibka
25 Nis
2 dakikada okunur
Belirsizlik aynı zamanda bir “boşluk” duygusudur. Ne yapılacağını, ne hissedeceğini bilmemek; bireyi alışıldık sınırlarının dışına iter. Bu, çoğu zaman ruhsal bir yalnızlığa ve yer yer derin bir anlamsızlık hissine dönüşebilir.
Bazı bireyler bu boşlukla baş edebilmek için aşırı kontrolcü davranışlara yönelir; çünkü en azından dış dünyayı kontrol etmek, içsel kaosu bastırmak için bir çaredir. Diğerleri ise hiçbir şey olmamış gibi davranarak inkâra sığınır. Çünkü belirsizlik, sadece bir bilgi eksikliği değil; aynı zamanda bir varoluşsal dehşettir. Her şeyin muğlaklaştığı o anlarda, “Ben kimim? Ne kadar gerçekteyim? Neye tutunabilirim?” soruları belirir.
Ve belki de bu yüzden, belirsizliğe tahammül edebilmek, ruhsal gelişimin en hassas göstergelerinden biridir. Netliğin yokluğunda da varlığını sürdürebilmek, kendi içsel sesine kulak verebilmek ve korkuyla birlikte kalabilmek… işte bu, olgunluğun sessiz direncidir.
“Her şey bir anda olabilir.”
Bu cümle bir tehdit değil, bir gerçektir. Ve bu gerçek, depremin hemen ardından sadece binaların değil, içsel güvenliğin de nasıl yerle bir olduğunu hatırlatır. O anlarda insan, sadece sarsılan zemine değil, kendi iç dünyasında da bir sarsıntıya tanıklık eder.
Depremler, yaşamın en çıplak hâllerinden biridir. Belirsizliğin ete kemiğe büründüğü, kontrolün tamamen yitip gittiği bir andır. Bu anlar sadece dışsal bir tehlikeyi değil, bireyin en ilkel korkularını da harekete geçirir. Güvenli bir zemine, tutunacak bir dayanağa olan ihtiyaç, yaşamın en erken dönemlerinden beri içimizde taşınan bir özlemdir. Bebek için annenin kolları neyse, yetişkin için yerin sağlamlığı da odur. Ve bu güvenlik illüzyonu bir anda çöktüğünde, geriye sadece çıplak kaygı kalır.
Deprem sonrası hissedilen yoğun kaygının altında çoğu zaman şu bilinçdışı soru yatar:
“Ben hayatta kalabilir miyim?”
Ama bu sadece fiziki bir hayatta kalma sorusu değildir. Bu, kişinin kendilik duygusunu, kim olduğunu ve içsel bütünlüğünü koruyup koruyamayacağına dair derin bir sorgudur. Kimi bu kaygıyla baş edebilmek için inkâra yönelir, kimi aşırı kontrol çabalarına girer, kimi ise donakalır. Hepsi de bilinçdışının travmatik olanla baş etme yollarıdır.
Deprem, “her şeyin kontrolümüzde olduğu” zannını yıkar. Bu yıkım, sadece dışsal değil, içsel bir kırılmadır. İnsan, kendi kırılganlığıyla yüzleşir. Bu kırılganlığı bastırmak değil, onunla temasa geçmeyi, onu anlamlandırmak değerli olabilir.
Çünkü bazen en sağlam zemin, kendi içsel farkındalığımızdır.
Ve belki de bu farkındalık, yeniden inşa etmeye başlayabileceğimiz tek temeldir.
Comments